PKK Kendi Ayağına Sıktı

Diyarbakır ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler hakkında, 24 TV yorumcusu, gazeteci-yazar İlhami Işık, önemli açıklamalarda bulundu.

24 TV yorumcusu, gazeteci-yazar İlhami Işık, Sur saldırılarıyla beraber Türkiye’de yaşanan terör saldırılarında binlerce insanın hayatını kaybettiğini ve Ankara’nın BAAS rejimine karşı çıkmasıyla Türkiye’deki terör saldırılarının bir tetikleme sonucu yaşandığını belirtti. Işık, terör saldırıları yapan örgütleri arkasına alan HDP ve heyetinin, Kürtler’in meseleleri ile ilgilenmediğini ifade etti.  Işık “80’ler ve 90’larda devlet Kürtlerin varlığını inkar edip onları yok sayıyordu. Siyaset yapmasına imkan tanımıyordu. Şu an ise Kürtlerin siyaset yapmasına imkan veren bir devlet  var. Buna karşı ‘Ben yöneteceğim’ diyerek PKK yaşanan siyasi haklara karşı çıkıyor. Böyle olunca yaşanan olaylar PKK’nın ilk defa aleyhine gelişiyor” dedi.

Diyarbakır’da bir kaç aydır süren bir çatışma hali var. Bölge halkını yakından tanıyan birisi olarak; bir çok cami, okul, medrese ve tarihi eserler büyük tahribat altında kalıyor bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğer cehennem tabiri kullanılabilecekse bir cehennem hayatının yaşatılmasıyla karşı karşıya. Tabi çok acı bir tablo öncelikle kadim bir yer etkileniyor. Özelikle Sur ve Cizre, Kürtler’in tarihinde ve Anadolu’nun tarihinde çok önemli yerler bunlar hem kültürel hem inanç ve tarihi olarak. Ama maalesef kör bir şiddetle artık ahlaki yönünü yitirmiş, vicdanı soğumuş ve bize ait olmayan sadece oralarda yaşayan insanlara, Kürtlere bir zulme, cehennem hayatına dönüşen bir şiddet ile karşı karşıyayız. İnsanlar çok derin acılar yaşıyorlar. Göç ediyorlar göç etme mecburiyetinde kalıyorlar. Her şeylerini bırakarak kaçıyorlar kimi ayakkabısını bile almadan belirsiz bir geleceğe, başlarına ne geleceği belli olmayan bir geleceğe gidiyorlar. Zaten yoksul insanların daha fazla yoksulluğa, onur ve şereflerini daha fazla ezilmesine yol açacak bir kaçış bu. Bunu kimse hak etmedi. Bunu başta bu ülke hak etmedi. Bu ülkede yaşanan hangi inançtan hangi etnik yapıdan olursa olsun kimse hak etmedi. Ve orada yaşayan Kürtler bunu hak etmediler. Büyük bir umutla, büyük bir heyecanla 7 Haziran’da bir daha şiddetin dönmeyeceği inancıyla oy verdiler. Ama tam tersi daha zalimce bir kör şiddetin dönmesine neden oldu maalesef. İnsanların umutları hayalleri kırıldı. Şuanda yüz binlerin geleceği çalınıyor. Binleri aşan ölümler var. Sur neredeyse yerle bir olmak üzere ki olmuşta, ha keza Cizre öyle Silopi öyle Nusaybin öyle tabi zor bir durum. Hele ki yaşayanlar açısından daha zor bir durum.

BU İLK KEZ OLUYOR PKK KENDİ AYAĞINA SIKTI

Sur’da uzun süre sokağa çıkma yasağı uygulandı, yer yer bazı bölgelerde sokağa çıkma yasağı uygulanmaya da devam ediyor. Bunlar ne gibi sonuçlar ortaya çıkarıyor? Devlete bir kin mi doğuruyor yoksa terör örgütüne kin mi meydana getiriyor?

Tabi şimdi şöyle bir durum var. Geçmişte devletin Kürtlere bakış açısını yaratmış olduğu onlarca olumsuzluk vardı.

1980’ler 90’lar da olduğu  gibi mi?

Evet 80’ler, 90’lar bunlar PKK’nın kendisini hep yeniden üretmesine sebep oldu. Devletin, buyurun siyaset yapın demesi dün yoktu, öyle bir amacı olmadı. Devlet önceden yok sayıyordu. Kürtler’in varlığını inkar eden bir devlet ile karşı karşıydık. Bugün ise ne yapmak istiyorsanız siyasetle yapın diyen bir devlet var. Buna karşı ‘hayır ben yöneteceğim benim dediğim olacak ben doğruyum’ diyen ve bunun için şiddet uygulayan bir PKK var. Böyle olunca da doğal olarak yaşanan her şey ilk defa PKK’nın aleyhine gelişiyor. Çatışma ortamı sivillerin içinde, eğer siz sokağa çıkma yasağını uygulamazsanız, siz o şiddeti ortadan kaldıramazsınız. Çünkü sivillerin içine saklanan, sivilleri bir kalkan olarak kullanan, ne kadar insan ölürse o kadar propaganda aracı olabileceğini düşünen bir örgütle karşı karşıyayız. Bu da çatışmanın en zorlu tarafı. İnsanlar aç kalıyor, susuz kalıyor ve böyle bir dram yaşanıyor maalesef.

BU BİR YENİLGİ İLE SONUÇLANACAK

PKK’nın dağdan inip şehir yapılanmasında hendek siyasetine dönmesini neye benzetiyorsunuz?

Hendek siyaseti PKK’nın yapısına uygun bir şey değil. Yani PKK bir şehir örgütü değil, bir dağ örgütüdür. Tabi Suriye’de yaşananlar, Rojova’da yaşananlar öyle bir deneyimin ortaya çıkmasına sebep oldu onlar açısından. Çünkü orada öyle hendeklerle bir çatışma yaşandı. Şehirlerde böyle bir çatışma yaşandı, hendeklerle pusular ve tünellerle ama PKK açısından sürdürülebilir bir durum değil. Çünkü PKK daha çok devletin Kürtlere bakış açısı üzerine kendisini üreten ve ayakta çalışan bir örgüt. Ayrıca dağlarda ne kadar zayiat verirse versin, bunu gizleme kabiliyetine sahip bir örgüt olduğu için burada var olan hendek ve şehirde olan çatışma onu var eden iyi şeyi de ortadan kaldırıyor. 1 milyonluk ordu ile mahallelerin belli yerlerinde ne kadar dayanabilirsin? Dayanma şansın yoktur. Eğer siviller olmasaydı bu bir kaç günlük çatışma olurdu. Ama sivillerin varlığı bu durumu uzatıyor. Bu bir yenilgi ile sonuçlanacak. Bunun yenilgi ile sonuçlanması, PKK efsanenin de devam etmesine engel. Yani böyle değerlendirmek lazım.

TAHİR ELÇİ’NİN ÖLÜMÜ PKK’YA MORAL OLDU

Tahir Elçi’nin öldürülmesi Doğu’da yaşanan olayların bir tetiklemesi olabilir mi?

Şöyle söyleyeyim. Sembol isimler öldürüldükleri zaman olumlu veya olumsuz etkileri oluyor. Kimi ölümler birleştiricidir. Kimi ölümler ise nefreti ve kini daha da arttırır. Tahir Elçi bu tür durumlar yaşanmasın diye basın açıklaması yaptı. Tahir Elçi’nin öldürülmesi PKK açısından bir moral kaynağı oldu. İşte ölümü devlete yıkma bu anlamda ama o kör şiddete ısrar eden PKK, moral kaynağı olmayı ancak bir kaç gün sürdürebildi.

Tarihi dört minare altında bir çok avukat ve Sur halkının yakından tanığı isimlerde vardı peki neden Tahir Elçi hedef oldu?

O kadar insan vardı ama onlar ne yazık ki seslerini çıkarmadılar. Eğer iradelerini kullanmış olsalardı..

Yani Tahir Elçi sesini çıkardığı için öldürüldü.

Tabi ki iradesini kullandı. Basın toplantısı yaparken de o söylediğimiz o kadar insanda yanında yoktu.

MESELE KÜRT MESELESİ DEĞİL

Diyarbakır ve bölge bazında kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler nelerdir?

Başta yapılması gereken şudur. Sorun Kürt meselesinden kaynaklanan bir sorun değildir. Bunu çok iyi bir şekilde izah etmek gerekir. Çünkü PKK bunun bir Kürt meselesinin ana sorunu olarak lanse ediyor. Bunun üzerinden toplumla kucaklaşmaya ya da dünyaya seslenmeye çalışıyor, o bağı koparmak lazım. Kürtler’in tercihi, PKK’nın kullandığı bu şiddet değil. Eğer olmuş olsaydı göç etmezlerdi. Olmuş olsaydı zaten bir iç savaş çıkardı. Soğuk kanlı olmak gerekiyor. Burada eksiklik var. Göç, hayır demenin en radikal eylem biçimidir. Göç eden insanlara sahip çıkmak gerekir. Onların yüreğine dokunmak lazım. Onları kimsesizliğe itmemek lazım. Kürt meselesiyle ilgili, demokrasiyle ilgili ne adımlar atılacaksa bu süreçte atılması çok daha anlamlı, değerli ve kalıcı olur. Doğru zamanda ve doğru yerde atılan adımlar her zaman önemlidir.

Çözüm Süreci’nin dönüm noktası olan Diyarbakır’daki barış mitingine dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, sanatçı İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver katılmıştı. Ve Çözüm Süreci tam oldu derken PKK silah bırakacak derken ne oldu da o dönemden bugüne Doğu’da neler yaşandı ki durum buralara kadar geldi?

Eğer tablo iyi okunmuş olsaydı PKK açısından kendi ölümünün fotoğrafıydı. Çünkü yan yana gelen o isimler PKK’yı siyaseten bütünüyle zaten gayrimeşru hale sokuyor. Eğer silahtan vazgeçme iradesini hakikaten göstermiş olsaydı, o hariç ama o haliyle Kürtler’in efsanevi lideri Barzani’nin ve Kürt meselesi benim meselemdir diyen Erdoğan’ın hem de Kürtler’in en sembolik şehrinde Diyarbakır’da yan yana gelmeleri bu işin artık bir Kürt meselesi değil başka mesele olduğunun mesajıydı. Ama PKK diyor ki bu Kürt meselesidir amaç bu imajın yıkılmasıydı. Tabi bu durum onun açısından kabul edilmeyen bir durumdu böyle bakmak lazım.

Çözüm Süreci’nde hedeflenen amaç neydi?

Çözüm Süreci başladığı an bizim bölgemizde hiç olmayan şeyler oldu. DAEŞ denen bir şeyle karşılaştık. Hizbullah Suriye’ye girdi. Ve bizim 1400 kilometrelik sınırımız dışındaki devletlerin olduğu ama devletten bahsedilmeyen bir durum. Milyonlarca insan göç etti. Siz dünyanın en güçlü ülkesi de olsanız. Siz o sınırları kontrol altında tutamazsınız. Amerika Meksika sınırını tutabiliyor mu? 

Hayır

Değil dimi? Ben geçenlerde bir yerde daha söyledim dünyanın en güçlü istihbarat örgütü MOSSAD’tır ama onun sınırını tanklarla geçtiler. Sizin konumunuzu aşan bir sürü şey yaşandığına bakmak gerek. Ona göre değerlendirmek lazım. İşin en kolayına kaçıyorlar Çözüm Süreci’nden ötürü, hayır yani Çözüm Süreci mi Suriye’deki iç savaşı tetikledi. Biz Musul meselesini Çözüm Süreci’nden ötürü mü yaşadık. Doğru bakılmıyor, doğru değerlendirilmiyor.

PKK SİLAHSIZLANMAYI REDDETTİ

Çözüm Süreci ile birlikte İmralı heyeti arasında yer aldınız. Geçtiğimiz yıllarda Nevroz Bayramı’nda Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in İstanbul’da okuduğu Abdullah Öcalan’ın mektubu, PKK’nın silah bırakması ve Çözüm Süreci’nin önemli noktalarından biri olarak nitelendirildi. Medyada bir çok haber dolaştı mektup içinde silah bırakma tarihinin yer aldığı bölümün HDP heyeti tarafından silindiği iddia edildi.

Silahsızlanma kongresi 2015 yani 2015 nevruz bildirisi mektubu bir silahsızlanma çağrısı kongresidir. PKK daha evvel silahsızlandırılmayı reddetmişti. Yani Öcalan’ın açıklamasından evvel Şubat ayında silahsızlanma gibi bir gündemimiz yok dediler. Boşta kaldı o. Öcalan’ın çağrısı maalesef boş kaldığı içinde bu kadar şey yaşanıyor. Eğer onu yapmamış olsalardı. Bugün Türkiye dünyanın en önemli meselelerini kendi iradesiyle çözmüş gıpta edilen bir ülke olacaktı. Bölgedeki ateşe de Suriye’deki Irak’taki ateşe çok daha güçlü müdahale edici söndürebileceği konuma gelecekti. Ama maalesef bırakmadılar. HDP kendine düşen siyasi vazifeyi zaten hiçbir zaman göstermedi böyle bir konumda sözlü dışında pratik olarak hayata geçirmedi. Kendi kendine anlamsızlaştırdı.

ASIL AMAÇ ESAD’I MEŞRU HALE GETİRMEK

Doğu’da yaşanan saldırılarla birlikte içimizde yaşanan savaş sadece PKK ile değil DAEŞ ile de var. Bununla birlikte İstanbul, Ankara, Gaziantep ve bir çok ilde canlı bombalar patlıyor bunun altında yatan amaç nedir peki?

İki türlü amacı vardır. DAEŞ’in yegane varlığı Suriye’de Baas rejimini Esad’ı meşru hale getirmek. İran’ı bölgenin ana aktörü haline çevirmektir. Yegane amacı bu buna göre eylemlerde, hedeflemelerde  yapıyor. Türkiye Esad’ın meşru bir aktör olmadığını söylüyor. Fransa Esad’ın meşru bir aktör olmadığını söylüyor. Onun için oralara saldırıyor. Ve kendisi saldırırken kim meşru hale geliyor. Kötülüklerin ana kaynağı DAEŞ, demek ki Esad’da bu kadar vahşi, herkesi yok eden bombalayan acımasız bir örgütle mücadele ediyor. Böyle bir imajı yaratmak için kurgulanmış bir örgüt. Onun yaptığı her eylem Esad ve İran’ın şimdi de Rusya’nın bölgede varlığını daha da güçlendiriyor, meşru hale getiriyor. Türkiye buna direnç gösterdiği için Türkiye’ye yönelik bu saldırılarda yapılıyor. Türkiye’nin bu direncinin Esad’a yönelik esas Suriye probleminin ana kaynağı Baas rejimidir. Ona yönelik stratejisi çökertme, bu amaçla saldırıyor. Ana amacı bu. Yan amacı da Kürtler ile var olan problemi arka plana itmeye yönelik çünkü Türkiye’de yapılan hiçbir saldırıyı üstlenmedi. Başka bir yerde yaptığı en basit bir saldırıyı bile üstleniyor. Böylesine kirli bir kurguyu da hayata geçiriyor. Türkiye toplumuna siz işte PKK ile veya başkalarıyla niye mücadele ediyorsunuz. Anlatabiliyor muyum asıl düşmanınız, bu anlamda mevziyi değiştirmeye yönelik kirli bir strateji bilen DAEŞ ile karşı karşıyayız. Onun içinde Türkiye’deki eylemlerini üstlenmiyor.

SULTANAHMET BİR DÜNYA ŞEHRİ

Son yaşanan canlı bomba olayı bildiğiniz üzere Sultanahmet’te gerçekleşti peki neden turist kafilesi seçildi? Amaç yabancı uyruklu insanları ülkemizde öldürüp onların ülkesi ile Türkiye arasında diplomasi sorunu yaratıp dünyaya Türkiye’yi güvensiz bir ülke olduğunu göstermek mi?

Sultanahmet bir dünya şehridir. Sultanahmet’te bir eylem yaptığınız zaman bütün dünya duyar. Başka bir yerde yaptığınız zaman Türk kamuoyu duyar ve küçük bir haber olarak geçer. Ama siz Sultanahmet’te bir eylem yaptığınız zaman aynı anda eyleminiz dünyaya yapılan bir eylemdir. Bunlar aslında doğru bir tercihtir. Stratejik bir tercihtir. Eylemi aynı anda dünyaya duyurmak turizmde etkiler, ilişkileri de etkiler. Alman kafilelerini seçmeleri de öyle birden fazla hedefi olan saldırıydı.

Alman kafilesinin seçilmesi bir mesaj mıydı? Sonuçta grupların hangi ülkenin vatandaşı olduğu açıkça ortada.

Tabi ki mesaj çünkü; Türkiye Almanya arasında şimdiye kadar olmayan bir ilişki doğdu. Özellikle mülteciler konusunda. Çok yakın ve stratejik bir ilişkiye dönüşüyor. Daha önce Türkiye’nin böyle bir ilişkisi yoktu. Türkiye’ye en fazla zorluk çıkaran Almanlardı öyle bir göç olunca sizin evinize de taşarız mesajı verildi.

DAEŞ’in Türkiye’deki stratejik planı nedir? Düşürülen Rus uçağı sonrası sınır hattına DAEŞ mevzilerinden ülkemiz sınırlarına daha fazla saldırı oldu. Geçtiğimiz günlerde bir okulumuza saldırı oldu bir kaç kişi hayatını kaybetti.

Bizim konuştuğumuz DAEŞ 2006’da Irak’ta organize edilen DAEŞ değil. Bizim konuştuğumuz kendisini bütünüyle bir kurguya teslim etmiş. Bir operasyona bir stratejik hedefe kendisini teslim etmiş 2013 Nisan’ında Suriye’de kurulan DAEŞ’in tek bir amacı var. Arap baharını tersine döndürmek. Diktatör ve zalimleri tekrardan meşru hale getirmek.

Rusya’nın bile girmesine neden olan ve Türkiye’nin bölgeye yönelik bütün stratejik planlarını boşa çıkaran. Çünkü bütün eylemlerine bakıyorsunuz kurulur kurulmaz, Suriye muhalefetine saldıran. Çünkü Suriye muhalefetine saldırdığınız zaman siz mevcut yönetimi daha meşru bir aktör haline getirirsiniz. Ayrıca Türkler’in Kürtlerle var olan yeni kurduğu daha doğrusu tazelediği tarihsel ilişkiyi bozmak adına Erbil’de Kürtlere saldırdı. Öte yandan Çözüm Süreci’ni yok etmek için Kobani’de Kürtlere saldırdı. Baktığınız zaman bunlar Sünni sosyolojinin ürettiği bir örgüttür. Asla yapmayacağı bir şey çünkü Sünni sosyoloji kendine zulüm edenlere yönelik olması lazım. Yani yönünü Bağdat’a Şam’a çevirmesi gereken bir örgüt olması gerekirken tam tersi yönünü nereye çevirdi, Erbil’e çevirdi Türkiye’ye çevirdi Kobani’ye çeviriyor. Bu tür şeyler mantıkla izah edilebilecek şeyler değil. Bu bir kurgudur ve bunu da başardı. Türkiye’nin stratejik hamlelerini DAEŞ kadar zora sokan başka bir örgüt olmadı.

YÜKSEKDAĞ’IN KÜRT MESELESİ OLDUĞUNA İNANMIYORUM

HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ, terör örgütünü arkasına alarak “Sırtımızı YPJ’ye YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz” ifadelerini kullandı. Ve  geçtiğimiz günlerde HDP Milletvekili Osman Baydemir, Cizre’de bir binaya sıkıştırılan teröristler için neredeyse Meclis’te gözyaşı döküyordu. HDP’nin bu tutumuna nasıl bakıyorsunuz?

Figen Yüksekdağ’ın bir Kürt meselesi olduğuna inanmıyorum. Kürt meselesine inanıyorsa kendisi, bugün Sur yıkılmıyordu Cizre yıkılmıyordu. Kürde zulümün ayyuka çıktığı, yüz binlerce insanın göç ettiği bir şiddet ortamını kahramanca görüp ben onlara yaslanıyorum diyen bir insanın Kürtlüğü olamaz. Kürt Kürtler’in menfaati için olur. Kürtler’in ölümü için, Kürtler’in acı çekmesi için, daha fazla yoksullaşması için, yerini yurdunu bırakıp göç etmesi için uğraşmaz bununla uğraşanın Kürtlüğü olamaz. Ayrıca siyasetin bir şeyle ilgilenmesi tavır koyması anlamlı ve değerlidir. Sayın Osman Baydemir ve HDP aynı anda Sur’da ya da dağın herhangi bir eteğinde bir çadır kurup açlık grevi yapsalardı. İçişleri Bakanlığı’nda yaptığı grevin aynısını PKK’nın silah bırakması adına ‘Siz bırakana kadar bizde açlık grevini bırakmayacağız’ demiş olsalardı. O zaman iradesini kullanan bir siyasi parti, hakikaten barışı içselleştiren siyasi aktörlerden bahsedebilirdik. Ama siz birilerine sesiniz çıkmayacak onların kör şiddetine bir şey diyemeyeceksiniz. Ama sadece devleti göreceksiniz. O zaman sizin sahiciliğinizde olmaz. Ama siz devlete derken aynı anda PKK dediğiniz zaman birileri size kulak verir bunlar acaba ne diyorlar diye. Bunlar bir arayış içerisinde derler ama maalesef bunu yapmadılar.

You may also like...